Bazı şeyleri başlatmak zordur. Sanki içeriden biri “şimdi değil” der. Bir adım atmak isteriz ama elimiz varmaz. İçimizde garip bir sessizlik oluşur, bekleriz. Bir süreliğine durmak anlamlıdır belki. Henüz netleşmeyen bir şeyler vardır. Kendimizi dinlemeye, düşünmeye ihtiyacımız olabilir. Bazen bir kararın olgunlaşması zaman ister ve biz o zamanı ona veririz.
Ama her bekleyiş, bu kadar farkında olarak yaşanmaz. Bazen çok daha karmaşık bir şeye dönüşür. “Henüz zamanı değil” dememizin altında bazen bir şeyler eksiktir: cesaret, güven, yeterlilik hissi… Bunu o an fark etmeyiz belki ama bir bakmışız aylar geçmiş, hâlâ yerimizdeyiz. Sürekli biraz daha hazırlanalım, biraz daha bilgi toplayalım, biraz daha bekleyelim deriz. Ve bu “birazlar”, yıllara dönüşür.
Beklemenin İki Yüzü
Beklemek bazen içgörüyle gelir; bazen de korkuyla.
İlki sezgiseldir. İçimizde bir duraksama olur, biliriz ki henüz hazır değiliz.
İkincisi ise kaçınmacıdır. İçimizde bir ses “git” der ama başka bir ses “ya rezil olursan?” diye fısıldar.
Bu ayrımı yapmak kolay değildir. Çünkü dışarıdan bakıldığında ikisi de aynıdır: hareketsizlik. Ama içeride bambaşka dünyalar vardır. O yüzden beklemek bazen sağlıklıdır; bazense bizi kendimizden uzaklaştıran bir alışkanlığa dönüşür.
Peki Neden Bekliyoruz?
Çoğu zaman beklememizin nedeni düşündüğümüz kadar “mantıklı” değildir.
Bazen harekete geçmemek daha güvenlidir.
Çünkü hareket, hata ihtimalini de beraberinde getirir.
Ve biz, özellikle de küçük yaşlardan itibaren “hata yapmamak” üzerine şekillenmiş bir dünyada büyümüşsek, adım atmaktan çok, yerimizde kalmayı öğrenmiş olabiliriz.
Çocukken sıkça duyduğumuz bazı cümleler vardır:
“Henüz hazır değilsin.”
“Biraz daha büyü.”
“İyi düşün, sonra karar ver.”
Zamanla bu cümleler iç sesimize dönüşür. Artık bir şeyi istemekle yetinmeyiz; onu istemeye “hakkımız” olup olmadığını düşünürüz. Harekete geçmek, ancak her şey kusursuzsa mümkündür sanırız.
Ve işte burada devreye mükemmeliyetçilik girer.
Bir işe başlamak için tüm koşulların tam olması gerektiğine inanırız. Kendimizden beklentilerimiz yüksektir. Hiç hata yapmadan, kimseyi rahatsız etmeden, herkesin onayını alarak ilerlemek isteriz. Böyle bir yol olmadığını fark edince de ya baştan hiç başlamayız, ya da başladığımız şeyi sürekli erteleriz.
Bir de “elalem” vardır. Başkalarının ne düşüneceğiyle ilgili görünürde bir takıntımız yokmuş gibi davranırız ama içten içe, beğenilmemek, yargılanmak, küçük görülmek istemeyiz.
Bazen harekete geçmek için değil, çevremize bir açıklama yapmaya gücümüz olmadığı için bekleriz.
“Kötü bir resim asarım korkusuyla…”
Nihan Kaya, Erteleme adlı kitabında bu durumu çok çarpıcı bir örnekle anlatır.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki kahramanın şu sözünü hatırlatır:
“Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.”
Bu cümle, ertelemenin ardında yatan o derin korkuyu çok sade ama sarsıcı bir şekilde gösterir. Belki kötü olur diye adım atmamak, aslında hiç yaşamamaya dönüşür.
Ve hayat biz istemesek de geçer. Yalnızca büyük kararlar değil, küçük seçimler bile ertelenerek birikir. Kaya’nın da dediği gibi, “resim asmayı ertelemekle yaşamayı ertelemek” aynı şeydir. Çünkü hayat, o küçük ama ertelenen detaylardan oluşur.
Belirsizlikle Aramız Nasıl?
Kierkegaard şöyle der:
“Yaşam geriye doğru anlaşılır, ama ileriye doğru yaşanır.”
Bu cümle, bekleme halimizin neden bu kadar zorlu olduğunu çok iyi anlatır.
Biz, hayatı anlamaya çalışırken ilerlemeye çalışıyoruz. Ve bu ilerleme hep belirsizlikle iç içe. Ne olacağını bilemeyiz. Adım attıktan sonra neyle karşılaşacağımızı kestiremeyiz. Ve bu bilinmezlik, çoğu insan için ürkütücüdür.
O yüzden zihnimiz hep garanti arar. Tüm işaretlerin yeşil ışık yaktığı bir “mükemmel an” hayal ederiz. Ama hayat öyle çalışmaz. O kusursuz an ya hiç gelmez, ya da geldiğini ancak geçip gittikten sonra fark ederiz.
Hazır Olmayı Beklemek mi, Harekete Geçmek mi?
Her bekleyiş kötü değildir. Bazen iç sesimiz gerçekten “şimdi değil” der. O sesi bastırmamak gerekir. Ama o sesin gerçekten bize mi ait olduğunu, yoksa geçmişten taşıdığımız, korkularla yoğrulmuş başka seslerin mi konuştuğunu anlamaya çalışmak gerek.
Bunun için belki şu sorular işe yarayabilir:
Bu bekleyiş, bana ne öğretiyor?
İçimde henüz netleşmemiş olan ne?
Beklemek bana iyi geliyor mu, yoksa içten içe yoruyor mu?
Bugün, küçük ama gerçek bir adım atabilir miyim?
Bazen ilk adım, sadece ilk adımdır. Sonrasını hemen bilmek zorunda değiliz. Ama yürümeye başladığımızda, yollar da kendini göstermeye başlar.
Ve belki de beklediğimiz o “doğru zaman”, çoktan gelip geçmiştir.
Küçük Bir Not: Bu yazıyı hepimizin zaman zaman yaşadığı o küçük ertelemeler, karar verememeler ve içsel duraksamalar üzerine yazdım. Ben de bu cümleleri yazarken hâlâ bazı şeyleri erteliyorum. Bu yüzden kusursuz bir cevap yok burada. Sadece birlikte biraz durup, bakmak istedim.
🌿Her hafta kendimize, hayata ve insan olmanın anlamına dair yazılar paylaşıyorum. Yeni yazılardan haberdar olmak için abone olabilirsiniz.
Çok güzel noktalara değinmişsiniz gerçekten, keyifle okudum. Ellerinize sağlık 💕